Temel yaklaşımdaki eksikler atıf sayılarından başlar, ulusal intihal alışkanlığımız ve doçentlik atama kriterlerine kadar uzun bir tartışma konusu olur.
Ancak bahsedilen yasa tasarısı özetle üniversitelerde yapılan tüm çalışmaların patent hakkının öncelikli olarak lüniversiteye ait olmasını buluşu yapan araştırmacının ise bundan pay almasını öngörüyor. Bu durum getirdiği artılar (daha çok patent, patent haklarının kurumsal ölçekte takibi ve satışı vb.) ve eksiler (araştırmacıların demotivasyonu, araştırmacıların kurduğu/ortak olduğu garaj şirketlerinin azalması vb.) daha bir süre tartışılır ancak konu ile ilgili önemli bir saptama var.
Türk Amerikan Bilim İnsanları ve Akademisyenleri Derneği (TASSA: www.tassausa.org) Başkanı Prof. Dr. Banu ONARAL diyor ki:
“Bildiğiniz gibi bilginin ve bilimin ekonomik değere dönüşmesi
çok kapsamlı ve doğal olarak çok yönlü gelişmiş bir ‘ekosistem’
gerektiriyor. Fikri haklar ve yatırım sermayesi bu düzenin önemli
öğeleri.
ABD’de Bayh-Dole Act geçtiğinden beri (1980′ler) kamu desteğiyle
yapılan ArGe’den doğan buluşlara üniversitelerin sahip çıkması
gerekiyor. Bu görev onların yükümlülüğü. Tüm kamu desteği alan
üniversiteler gibi bizim okulumuz da ayni kurala tabi. Yani
buluşçularımız üniversitede kurulmuş ‘teknoloji transfer’ ofisinin
kanalıyla buluşlarını yola çıkarmak zorundalar.
Bilginin ticari ürüne dönüşmesi yolunda atılan bu adımın
yararları kadar zararları da var. Girişimci ve stratejik üniversitelerde
açılan bu tür merkezler (Stanford, MIT…) veya mezunların önderliğinde
kurulan vakıflar (Wisconsin Univ’de WARF) başarılara imza atarken,
bürokratik (yani riskten korkan) ve daha kötüsü hiyerarşik
(emir-kumanda) yapılı devlet veya özel üniversiteler adeta buluş
mezarlıkları haline geliyorlar. Ayrıca, girişimcilik ruhuyla ve
işbilgisi ve deneyimi ile yaklaşılmayan fikri haklar portfolyosunun
bakımı ve pazarlanması müthiş masraflı bir hale geliyor. Üniversitelere
yük oluyor… Ve kısır döngünün çarkları dönmeye başlıyor.
Kanımca, Türkiye’de fikri hakların korunması ve işlenmesi
‘İnovent’ veya ‘Embrio’ türü girişimci ve kar gayesi güden ve akademik
buluşlara odaklanmış firmalar, yerel, yöresel veya ulusal kar gayesi
gütmeyen vakıflar ve meslek, işinsanlari veya sektör kuruluşlarının
oluşturduğu çok sesli ve çeşitliliği olan bir ‘ekosistem’ kavramıyla
süratle yola koyulmalı.”Daha fazla okuma için bu bağlantıyı takip edebilirsiniz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder