Pazartesi, Eylül 17, 2012

Yeni Eğitim Öğretim Yılı Kutlu Olsun

Her maaş zammında her hak ihlalinde seslerini seslerini yükseltiyor öğretmenler. İşte o zaman aklımdan geçiyor, "Öğretmenler haftada 15 saat çalışıyor sonra yatıyor" diyen bu günün muktedir nesillerini kimler yetiştirdi diye ?

Sadece 1-2 kişi olsa bunu söyleyen 5-10 tane yaptığı işin hakkını vermeyen öğretmeni suçlayabilirsiniz ama bunu söyleyen muktedirlerin çevresinde onlat gibi düşünen başka muktedirler var, onların etrafında onlardan nemalanmak için onlar gibi görünmekteyen çekinmeyen başka yarı muktedirler mevcut. Çemberin bir dış halkasında ise bunlar bizden diyerek kendi çıkarlarına aykırı işler yapsalarda bunu görmek istemeyen oy kaynakları bulunuyor.

E hocam bunları topla çarp böl memleketin %50'si ediyor. Ha kalan %50 nin ne kadarı kendi tercihleri iktidarda olsa daha farklı davranır o da ayrı bir konu.

Bu kadar insanın düşünmeyi, dürüstlüğü, sevgiyi, hoşgörüyü, doğruyu savunurken - haksızlığa uğradığında dik durmayı, kimsenin hakkını yemeden hakkını savunmayı öğrenmeden yetişmesinde hiç mi payı yok işlerini müfredat defterinden öte görmeyen öğretmenlerin ?

Size başka bir öğretmenin hikayesini anlatmak isterdim ama uzun uzun anlatsam biliyorum ki o utanır övüldüğü için. Çünkü istese çok daha yüksek ücretlerle çalışabileceği kimya mühendisliğini bırakıp kimya öğretmenliğini seçtiğinde ve yıllarca sabırla öğrenci yetiştirdiğinde aklında alacağı övgüler yoktu.

Ne kadar anlamsız gelmişti lise yıllarımızda parayı değil öğretmenliği seçmesi. Ama zaten bütün seçimleriyle şaşırttı bizi. Sınıfta arkadaşına tokat atan öğrenciyi tokatla terbiye etmeyi seçebilecek iken bütün beyefendiliği ile "Egonuzu tatmin ettiyseniz yerinize oturur musunuz ?" diyerek utanmayı öğretirken de, Pınar Su etiketinin arkasındaki içeriği sınavda verip "hadi bakalım ph değerini bulun" derken de, "Zeytin yağından yapılan sabun nasıl oluyorda yağı çözüyor" diye sorarken de, Sınavda kopya çekenlerin çektiği kopyaların yüzüne söyleyip tam not verirken de hep farklıydı ve sadece düşünmeyi değil, hayata karşı insanca durmayı da öğretmeye çalışıyormuş Ethem Hocam.

Belki bu günden sonra öğretmenler sınıfın kapısını her açışlarında sadece kendi geleceklerini değil, kendi çocuklarının ve ülkede yaşayacak diğer bütün insanların geleceğini de şekillendiriyor olduklarını fark ederler bir ihtimal. Çokça ortada gezinen klişe yazıları sevmem ama Haim Ginott'tan bir alıntı ile bitsin bu yazı da;

 Bir toplama kampından sağ kurtulmuş bir insanım. Gözlerim, hiçbir insanın görmemesi gereken şeyleri gördü.
Bilgili mühendisler tarafından yapılan gaz odaları. İyi eğitim görmüş doktorlar tarafından zehirlenen çocuklar. Eğitilmiş hemşireler tarafından öldürülen bebekler. Lise ve yüksekokul mezunları tarafından vurularak öldürülen kadınlar ve bebekler.
Bu nedenle, öğrenim olgusuna kuşkuyla bakıyorum. Sizden tek dileğim şudur: Öğrencilerinize insan olmayı öğretin. Çabalarınız bilgili canavarlar, yetenekli ruh hastaları ya da eğitilmiş Eichmann'lar yaratmamalı. Okuma-yazma, yazım, tarih ve matematik, ancak öğrencilerimizin insan olmasını sağlarsa önem kazanırlar.

Cumartesi, Mart 31, 2012

Türkiyede Patentler Üzerine

Türkiye'de bir süredir ülkede alınan patent sayısını arttırmak yönünde çalışmalar yürütülüyor. Özetle "Yaw yayın sayımız tavana vurdu, ama para kazanamıyoruz biz bu işten, bi eksiğimiz patent kaldı, onuda halledersek tamamdır" şeklindeki önermeden yola çıkan bu çalışmalar kapsamında Cuma günü izlediğim bir sunum " Bayh-Dole" yasasının bir benzerinin ülkemizde çıkartılacağı yönündeki hazırlıklardan bahsediyordu.

Temel yaklaşımdaki eksikler atıf sayılarından başlar, ulusal intihal alışkanlığımız ve doçentlik atama kriterlerine kadar uzun bir tartışma konusu olur.

Ancak bahsedilen yasa tasarısı özetle üniversitelerde yapılan tüm çalışmaların patent hakkının öncelikli olarak lüniversiteye ait olmasını buluşu yapan araştırmacının ise bundan pay almasını öngörüyor. Bu durum getirdiği artılar (daha çok patent, patent haklarının kurumsal ölçekte takibi ve satışı vb.) ve eksiler (araştırmacıların demotivasyonu, araştırmacıların kurduğu/ortak olduğu garaj şirketlerinin azalması vb.) daha bir süre tartışılır ancak konu ile ilgili önemli bir saptama var.

Türk Amerikan Bilim İnsanları ve Akademisyenleri Derneği (TASSA: www.tassausa.org) Başkanı Prof. Dr. Banu ONARAL diyor ki:

“Bildiğiniz gibi bilginin ve bilimin ekonomik değere dönüşmesi çok kapsamlı ve doğal olarak çok yönlü gelişmiş bir ‘ekosistem’ gerektiriyor. Fikri haklar ve yatırım sermayesi bu düzenin önemli öğeleri.
ABD’de Bayh-Dole Act geçtiğinden beri (1980′ler) kamu desteğiyle yapılan ArGe’den doğan buluşlara üniversitelerin sahip çıkması gerekiyor. Bu görev onların yükümlülüğü. Tüm kamu desteği alan üniversiteler gibi bizim okulumuz da ayni kurala tabi. Yani buluşçularımız üniversitede kurulmuş ‘teknoloji transfer’ ofisinin kanalıyla buluşlarını yola çıkarmak zorundalar.

Bilginin ticari ürüne dönüşmesi yolunda atılan bu adımın yararları kadar zararları da var. Girişimci ve stratejik üniversitelerde açılan bu tür merkezler (Stanford, MIT…) veya mezunların önderliğinde kurulan vakıflar (Wisconsin Univ’de WARF) başarılara imza atarken, bürokratik (yani riskten korkan) ve daha kötüsü hiyerarşik (emir-kumanda) yapılı devlet veya özel üniversiteler adeta buluş mezarlıkları haline geliyorlar. Ayrıca, girişimcilik ruhuyla ve işbilgisi ve deneyimi ile yaklaşılmayan fikri haklar portfolyosunun bakımı ve pazarlanması müthiş masraflı bir  hale geliyor. Üniversitelere yük oluyor… Ve kısır döngünün çarkları dönmeye başlıyor.
Kanımca, Türkiye’de fikri hakların korunması ve işlenmesi ‘İnovent’ veya ‘Embrio’ türü girişimci ve kar gayesi güden ve akademik buluşlara odaklanmış firmalar, yerel, yöresel veya ulusal kar gayesi gütmeyen vakıflar ve meslek, işinsanlari veya sektör kuruluşlarının oluşturduğu çok sesli ve çeşitliliği olan bir ‘ekosistem’ kavramıyla süratle yola koyulmalı.”

Daha fazla okuma için bu bağlantıyı takip edebilirsiniz.