Perşembe, Aralık 29, 2005

Hiperaktif Çocuklar

Cesur Yeni Dünya demişken Amerika'da okullarda düzene uymayı reddeden çocukların pek çoğuna ritalin verildiği konusunda ciddi iddalar var. ( 1.bağlantı 2. bağlantı ). Huxley in ileri görüşlülüğüne saygı duyuyor ve bu girdiyide burda noktalıyorum. Yorum sizlerin efendim...

Cesur Yeni Dünya

Huxleyin bu etkileyici romanını yeni bitirmişken Emre Sevinç in yazdıklarını gördüm İlginç bir süpriz oldu benim için katkıda bulunmak istedim.

Not: Üstadın aslında tam olarak karar veremediği söylenir Cesur Yeni Dünya ve Vahşilerin Dünyası arasında. Fazlamesaide gazetelerin rss feedleri ile başlayıp şu an abes ötesi biryerlerde olan konu başlığını gördükçe bazen daha diktatör yapıda editörlerimiz olsa keşke diye aklımdan geçmiyor değil...

Tabii ki yeni totaliter sistemin eskisine benzemesini gerektirecek hiçbir neden yok. Polis copu ve idam mangaları, yapay açlık, toplu hapsetmeler ve toplu sınırdışı etmeler yoluyla devlet, yalnızca insanlıkdışı değil (bugünlerde buna kimse pek aldırmıyor); açık şekilde yetersizdir ve ileri teknoloji çağında yetersizlik, Kutsal Ruh'a karşı işlenmiş bir günahtır. Gerçekten etkili totaliter devlet, siyasi patronların ve onların yönetici ordularının tüm güçleri kendisinde toplayan hükümetinin, kölelerden oluşan nüfusu köleler köleliklerini sevdikleri için zor kullanmaksızın kontrol ettikleri devlettir. Günümüzün totaliter devletlerinde köleliği sevdirmek, propaganda bakanlıkları, gazete yayıncıları ve okul öğretmenlerine verilmiş bir görevdir. Ancak yöntemleri halen kaba ve bilim dışıdır. Cizvitlerin, "bana çocuğun aldığı eğitimi söyle sana yetişkin halinin dinî inançlarım söyleyeyim" diye böbürlenmeleri, hüsnü kuruntunun ürünüdür. Ve muhtemelen modern pedagog, öğrencilerinin reflekslerini şartlandırma konusunda, Voltaire'i yetiştiren değerli rahipler denli başarılı değildir. Propagandanın en büyük zaferleri, bir şeyi yapmakla değil onu yapmaktan kaçınmakla kazanılmıştır. Gerçek yücedir, ancak pratik bir bakış açısından bakılacak olursa daha yücesi, gerçek konusunda sessiz kalmaktır. Totaliter propagandacılar; bir takım konulardan söz etmemek yoluyla, kitlelerle yerel politika patronlarının nahoş bulduğu gerçek ya da savların arasına, Mr. Churchill'in 'demir perde' diye adlandırdığı şeyi çekerek, kamuoyuna en uzdilli karalamalarla ya da en karşı konulmaz mantıksal karşıtezlerle yapabileceklerinden çok daha etkili biçimde kanaat telkin etmişlerdir. Ama sessizlik yeterli değildir. Eğer zulüm, tasfiye ve çatışmanın diğer belirtilerinden kaçınılacaksa, propagandanın olumlu yönleri, olumsuz yönleri denli etkinleştirilmelidir. Geleceğin en önemli Manhattan Projeleri, politikacıların ve katılan bilim adamlarının 'mutluluk sorunu' adını vereceği konuda -diğer bir deyişle, insanlara köleliklerini sevdirme sorunu konusunda, devlet sponsorluğunda yürütülecek büyük çaplı araştırmalar olacaktır. Ekonomik güvence olmazsa kölelik sevgisi hayata geçirilemez; kısacası, güçleri kendinde toplayan hükümet ve idarecilerinin kalıcı güvence sorununu çözeceklerini varsayıyorum. Fakat güvenceler, kolaylıkla varmış gibi kabul edilirler. Güvencelerin sağlanması salt yüzeysel, dışsal bir devrimdir. Kölelik sevgisi, insan zihin ve bedenlerinde derin ve kişisel bir devrimin sonucu olarak oluşturulmadıkça başarılamaz. Bu devrimi gerçekleştirmek için, diğerlerinin yanında, aşağıda sayacağım keşif ve buluşlara ihtiyacımız var. Birincisi, çocuk şartlandırma ve daha sonra skopolamin gibi ilaçlar yardımıyla sağlanacak ileri bir telkin tekniği. İkincisi, devlet idarecilerine, eldeki herhangi bir bireyi sosyal ve ekonomik hiyerarşide ait olduğu yere atayabilme olanağını sağlayacak, insan farklılıkları üzerine tam gelişmiş bir bilim dalı. (Yanlış görevlerde bulunan insanlar, sosyal sistem hakkında tehlikeli düşünceler besleme ve mutsuzluklarını başkalarına bulaştırma eğilimi gösterirler.) Üçüncüsü (her ne kadar ütopyaysa da gerçeklik, insanların kendisinden, sık sık tatile çıkarak uzaklaşma gereği duyduğu bir şey olduğundan), alkol ve diğer uyuşturucuların yerini alacak, daha az zararlı, ama aynı zamanda cin ya da eroinden daha fazla keyif verecek bir madde. Dördüncüsü de (ama bu uzun vadeli bir proje olurdu ve başarılı bir sonuca ulaştırmak için nesiller boyunca totaliter kontrol gerekirdi), insan ürününü standartlaştırmak ve yönetenlerin görevini kolaylaştırmak üzere tasarlanmış anılmaz bir öjenik sistemi.* Cesur Yeni Dünya'da bu insan standartlaştırma, belki imkânsız değil, ama fantastik uçlara taşınmıştır. Teknik ve ideolojik olarak şişelenmiş bebekler ve Bokanovski yarımoron gruplarından hâlâ çok uzağız. Ama F.S. 600 yılına gelindiğinde nelerin olmayabileceğini kim bilebilir ki? Bu arada, o daha mutlu ve daha istikrarlı dünyanın belirleyici özellikleri -soma, uykuda öğrenme ve bilimsel kast sisteminin eşdeğerleri- herhalde üç dört nesilden daha uzakta değildir. Cesur Yeni Diinya'daki cinsel ilişkide herkesle birlikte olabilme de pek öyle uzak görünmemekte. Şimdiden bazı Amerikan şehirlerindeki boşanma sayıları evlenme sayılarına eşitlenmiştir. Çok değil, birkaç yıl içinde, evlilik cüzdanları; oniki ay geçerli, köpek değiştirmeyi ya da aynı anda birden fazla köpek bulundurmayı yasal olarak engellemeyen köpek ruhsatları gibi satılacaktır. Siyasi ve ekonomik özgürlükler azaldıkça, cinsel özgürlük, dengelercesine artma eğilimi gösterir. Diktatör de (boş ya da fethedilmemiş bölgeleri sömürgeleştirmek için ateşe süreceği askerlere ve ailelere ihtiyacı yoksa) bu özgürlüğü teşvik etmekle iyi yapar. Uyuşturucu, filmler ve radyonun etkisiyle gündüz düşleri kurma özgürlüğüne ek olarak cinsellik, tebasını, yazgıları olan köleliğe razı etmede yardımcı olur.

Perşembe, Aralık 22, 2005

Abi burda yeşil bişey var parıldıyo

Your results:
You are Superman
Superman
70%
Supergirl
63%
Spider-Man
60%
Green Lantern
60%
Iron Man
60%
Catwoman
60%
Robin
52%
The Flash
50%
Hulk
50%
Batman
50%
Wonder Woman
28%
You are mild-mannered, good,
strong and you love to help others.
Click here to take the "Which Superhero are you?" quiz...

Çarşamba, Aralık 21, 2005

İroni

Kelimenin anlamını bilmeyenler için bugünkü küçük bir olayı anlatmak istiyorum.

Bugün Cumhuriyet gazetesi yazarları üniversitemizdeydi. Gerçekten çok ufuk açıcı bir tartışma ortamı oldu. Ancak kendileri konuşurken ( tajmin edersiniz ki bol bol iktidara yüklendiler ) arkalarında RTE'nin İstanbul Belediye Başkanlığı döneminde çok büyük gelişme gösteren bir şirket olduğu iddaları ile gündeme gelen Albayrak Holding ve yine oldukça tartışmalı bir şekilde aldıkları Trabzon Limanı ihalesi için kurdukları Alport şirketinin flamaları asılıydı.Sanırım organizasyonun sponsoruydular.

Uğur Mumcu'nun dediği gibi paranın sağı solu olmuyor...

Salı, Aralık 20, 2005

Hoşgeldin Pardus

Sabah gezegeni açtığımda S.Çağlar Onur ve Necdet Yücel'den mutlu haberi aldım. Emek anlamında yeterince katkıda bulunamamış olsamda en azından bundan sonrası için birşeyler yapmak umuduyla birazdan indirmeye başlayacağım Pardus RC1'i. Uykusuz geceleriyle bu eserin var olmasına katkıda bulunan herkese tebrikler.

Not: Pamuk konusunda söylenecek ve bazılarına gösterilecek çok şey olsada günlüğümün yayınlandığı halka açık ortamları daha fazla meşgul etmemek için sessiz kalma hakkımı kullanacağım. Söyleyecek sözü olanlara günlüğümün yorum bölümü her zaman açıktır. Saygılarımla...

Dayanamayarak yapılmış bir edit: Rahmetli Ahmet Taner Kışlalı'nın Kaleminden Orhan Pamuk

Pazar, Aralık 18, 2005

Camcı Dükkanına Giren Filler ve Eşitlik Üzerine...

Filler konusuna gelmeden Umberto Eco'dan başlamak istiyorum. Aslında söylediklerim bu kadar farklı şekilde anlaşılmasaydı yine Umberto Eco başlıklı bir girdi yazmak isterdim ama böylesi denk geldi. Sanırım Eco ile oturup bir kahve sohbeti yapmak istemeyecek bir entellektüeli kolay kolay bulamazsınız. Diğer taraftan ( Eco ile kahve içiyor olasa da ) bir insanın birden fazla yüzü olabileceğini de unutmamak gerekir. Malum, şartlar daha farklı olsaydı belki bu gün Adolf ismi bize yalnızca 21 yüzyılın ortalarında yaşayan Avrupalı bir ressamı çağrıştıracaktı...

Pamuk konusuna gelince; Anlatabileceğim en basit biçimde anlatmaya çalışayım, olmadı anlayanlar anlamayanlara anlatsın. Birisi bana senin baban katildi, 10 Ermeni 3 Kürt öldürdü bunu kabul et derse herkesin önünde, onun bu iftirasına karşılık hakaret davası açarım. Bundan daha doğal bir hak yoktur. Bu kişi bana değil 70 milyon kişiye sizin dedeleriniz zamanında 1 milyon Ermeni , sizde 30 bin Kürt öldürdünüz derse ve bundan dolayı insanlar rencide olduysa hukuk yollarına başvurma hakları yok mudur ? Diğer taraftan konuyla ilgili her türlü şiddet içeren harekete karşı olunması gerektiğinin de özellikle altını çizmek isterim.

Ha eğer mesele bunu söyleyen adamın dünyaca ünlü yazar olmasıysa (ki öyle olmasa ortalık bu kadar ayağa kalkar mıydı ? ) işte bu en büyük ayrımcılıktır. Pespaye yazarların (ki şahıs hakkındaki sıfata tek itirazım çok hafif kalmasıdır yaptıkları karşılığında) hakkında dava açılabilir ama iyi kitap yazanların hakkında açılamaz. Bu mantık yeni değil. Birilerini kendimizden veya başkalarından üstün görüp onlara ayrıcalık tanıma isteği. Charles de Gaulle o meşhur diyalogda eğer Satre'ın 100 metre ötesinde gazete satan öğrencinin tutuklanmasına ses çıkarmayıp Satre'ın tutuklanmamasını emretmişse en büyük ikiyüzlülüğü yapmış demektir. Bilen bilir 50 li yıllarda bizde de bu zihniyet deki bazı aklı evveller, eğitimlilerin 2 eğitimsizlerin 1 oy hakkı olması gerektiğini savunmuşlar. Anlaşılan bu durum hep vardı ve ne yazik ki hep var olacak bazı zihinlerde. Büyük usta George Orwell'ın yazdığı gibi "Bütün hayvalar eşittir ama domuzlar daha eşittir" bazılarına göre.

Not: Ne bu girdimde ne de bundan öncekilerde hiç kimseyi vatan hâyinliği veya korkaklıkla suçlamadım. Bu düşüncelerimi açıklarken kullandığım bir üslup da değildir. Hiç kimsenin durup dururken bu kavramlarla suçlanmış gibi davranıp kendini mağdur hissetmesine gerek yoktur. Bu arada Emre beyin yazdıkları sayesinde "Yahu yaşda kemale ermeye başladı galiba " diye düşünürken kendimi yine genç hissettim. Kendisine teşekkür ederim. ;-)

Not2: Aslında bu girdiyi sayın başabakanımızın siyaset literatürüne kattığı veciz cümlelerin geçmişine ayıracaktım ama o da başka bir sefere.

Cumartesi, Aralık 17, 2005

Hemşerim medeniyet ne yanda kaldı ?

Murat Sağlam günlüğünde İskeletor'un düşünce özgürlüğünden dem vurmuş. Haklıdır kendisi. Yalnız merak ettim bu iskeletor kardeşimiz Avrupa'nın içinden mi köyünden mi ?

Diyeceksiniz ki ne ilgisi var ? Var, eğer herhangi bir Avrupa ülkesinin vatandaşı değilse veya onların fikirlerini savunmuyorsa mazallah hemen açarlar hakkında bir soruşturma.

Saçmalıyor muyum ? E ben olanı söylüyorum. Daha iki gün önce Türk Tarih Kurumu Başkanı olan Prof.Dr Halaçoğlu, hem de " ona buna yaranayım belki bana da verirler bir ödül " maksadıyla değil. medeni kanunumuzu aldığımız medeniyetler beşiği Avrupa'nın en bi medeni ülkesi İsviçre’nin Winterthur şehrinde yapılan bilimsel bir toplantı'da Ermeni soykırımı iddaları doğru değildir tezini savunduğu için hakkında soruşturma açılmadı mı ?.

Aslında bu medeniyet çok güzel bir şey canım. Ama biz yalnış mı anladık nedir ? Bu ülkede %100 ermeni soykırımı tezinin savunulduğu bilimsel toplantılar ( o da nasıl bir bilimsellikse tesadüfe bakınız ki; bir tane karşıt görüşlü bilim insanı yok toplantıda ) ülkede yaşayan milyonlarca insanı rencide ettiği halde yapılmadı mı ? Ki biz o insanlara millet diyoruz (Hani şu kayıtsız şartsız egemenliğe sahip olan insan topluluğu...) .

Ama biz kendi çıkarları uğruna bilimsellikten çok uzak bir yaklaşımla ülkesini alçaltma maksdıyla yapıldığından şüphe duyduğumuz bir açıklamayı soruşturmaya kalkınca dünya ayağa kaldırılıyor.

Medeniyet güzel şey canım. Ama bizim için uygulaması zor. Alışmamışız ki biz iki yüzlülüğe, gördüğümüz doğruyu yalnışı hemen söylüyoruz. Daha çok yolumuz var medeni olmak için...

İlk edit: Bu girdiyi yazdıktan 3-5 dakika sonra " şiddete açık teşvik ve bariz hakaret içermediği sürece düşünce özgürlüğü sınırsız mı olmalı ? " diye düşünerek net de gezinirken Gülay Göktürk'ün aşağıdaki ifadeleri kullandığı yazısına denk geldim ve aklımda kocamn bir Hayır yanıtı belirdi...

Yani, insanların çocuklara zarar vermedikleri sürece "sübyancı olma hakkı"nı savunuyorum... Ama çocukların porno filmlerde oynatılması kabul edilebilir bir şey değil. Ne demek istediğimi daha iyi anlatabilmek için şöyle farazi bir örnek vereyim: Diyelim ki, çocuk pornografisi çekenler, o filmlerde gerçek çocukların yerine bilgisayarda yaratılmış sanal çocuklar kullansalardı, yani filmin kahramanı animasyonla yaratılmış olsaydı, benim hiçbir itirazım kalmazdı.

Cuma, Aralık 16, 2005

Queen of the Damned

Gün bitiyor, yeni gün başlıyor. Ben hala Rails formlarında geziniyorum. Lanetliler Kraliçesi'ni az önce bitirdim. İzlenmeye değer bir film eğer fantastik-kurgu dan hoşlanıyorsanız. Gece'nin bir vakti rastladığım güzel bi Rails linki. Yazdığınız uygulamaya çoklu dil desteği vermeniz için 10 kolay adım.

Neden Ruby ?

Atilla ÖZGÜR'ün X. İnternet konferansında sunduğu " WATIR Web Application Testing in Ruby " başlıklı bildirisinden;
WATIR hakkında en çok sorulan sorulardan biri neden ruby dilinin kullanıldığıdır. Yani neden perl/python/java/c# kullanılmadığıdır. Her dilin kendisine göre güçlü ve zayıf yanları bulunmaktadır.


• WATIR kullanıcısı olarak, programlama bilmeyen veya yeni başlayan kişiler düşünülmüştür. Girişteki zorlukların mümkün olduğunca azaltılması, compiler’a ihtiyaç duyulmaması gerektiğine karar verilmiştir. Betik dillerinin tümü bu ihtiyaca cevap vermektedir. Java ve C# bu aşamada elenmektedir.

• Ruby/python/perl çok popüler üç dinamik programlama dilidir. Bunların arasında Ruby en az popüler olanıdır. Ama kullanım kolaylığı açısından tam bir nesneye yönelimli bir programlama dilidir. Java ve C#’ta olan reflection özelliğine sahiptir. Multiple inheritance özelliği olmamasına rağmen mix-in özelliği bu eksiği çok rahat bir şekilde kapatmaktadır.

• IRB (İnteraktif Ruby Shell) girilen Ruby komutlarının sonuçlarının aynı anda izlenmesine izin veren bir programdır. Sayfaları test eden betiklerin yazılmasını son derece hızlandırmaktadır.

• Ruby’nin bir diğer güzel özelliği run-time kütüphanelerinin dinamik olarak değiştirilmesine izin vermesidir. WATIR kütüphanesinden örnek vermek gerekirse
class String

def matches (x)

return self == x

end

end


Burada run-time string class’ı değiştirilerek “matches” isminde bir mettot eklenmektedir. Bunun güzel yanı, WATIR’i kullanan eklentilerin WATIR kodunda bir değişiklik yapmadan WATIR’in çalışma biçimini değiştirebilmesidir. WET eklentisi Ruby’nin bu özelliğini kullanarak bir çok yeni özelliği WATIR’e eklemiştir.

• Ruby Iteratorları. En basit şekli ile Ruby iteratorları okunması ve yazması kolay programlar sağlamaktadır. Örnek olarak

10.times{ puts “a”} ekrana 10 adet a harfi basmaktadır.


5.upto(10){|i|

puts i

}

5’ten 10 kadar olan sayıları ekrana basar.

WATIR Ruby iteratorlarını DOM nesneleri olarak kullanıcılarına sunmaktadır.

$ie.text_fields.each { |t|

}

Bu kod ekrandaki bütün textfieldları gezmektedir.

Yaram Yarimdir

Yara beni,yara beni,
aşkın oku,yara beni,
bıraksınlar,yara beni,
atsın yardan,yara beni,
yaram yarimdir,
yarim yaramdır,
azığım zehir,
bineğim gamdır,
yaram yarimdir yarim yaramdır,
yaraydın gönül yaraydın,
her yer karanlık,yar aydın,
hem ilaçtın hem yaraydın,
sırrımı deşip,
yaraydın gönül yaraydın,
azığım zehir,
bineğim gamdır,
yaram yarimdir,
yarim yaramdır,

Perşembe, Aralık 15, 2005

Şemdinli'yi Bilen Var mı ?

Aslında burada genelde teknik konuları yazarım ama bazen insanın damarında kan hareket ediyor, ve o hareketin her saniyesinde insan sanki geçmişin ruhlarıyla yüzleşiyor. İsteyen istediği kadar görmezden gelebilir. İsteyen şoven ve militarist bulabilir. Ama Galileo nun dediği gibi siz öyle istiyorsunuz diye dünya durmuyor. Belki ben bu satırları yazarken dahi birileri kimbilir hangi Çağdaş ve Modern ülkeden gelen parayla alınan kurşunu, hiç görmediği insanları korumak için yemin etmiş bir gencin hayatına sıkıyor. Ama boş verin siz bunları fazla düşünmeyinki rahatınız kaçmasın. Ama ben yine de yazıyorum. İstemeyen okumasın...

Bu yazıyı kaleme alan Oktay Yıldırım, Astsubay rütbesiyle Orduya katılmış, Güneydoğu'da yıllarca çarpışmış bir askerdir. Kendisi de güneydoğu gazilerinden olan ve üsteğmen rütbesinde iken ordudan ayrılan Hakan Evrensel'in "Yer Eksi İki" adlı romanında anlattığı gerçek
kahramanlardan biridir.Görevi gereği yerinden ayrılmadan saatlerce buzlu suda kaldığından ayaklarından sakatlanmış ve zorunlu olarak malulen emekli edilmiştir. Kendisiyle ilgili bu bilgiyi de Hakan Evrensel vermiştir Halen yürüme güçlüğü çekmektedir.Yazıları Yeni Hayat dergisinde yayımlanmaktadır. Aşağıdaki yazısı Yeni Hayat Dergisinde yer alan bir yazıdır.

ŞEMDİNLİ'Yİ BİLEN VAR MI? / Oktay YILDIRIM

Şemdinli'yi bileniniz var mı? Hiç gitmişliğiniz, Otuz iki virajları aşıp, Kaymakam çeşmenin soğuk suyunu hiç içmişliğiniz var mı? Her sabah uyandığınızda size merhaba diyen Efkâr tepeyi, Gomane tepeyi gezdiniz mi karış, karış?

Mayına basan aracın içinden, tam on dört metre uzağa fırlayan bir arkadaşınız oldu mu sizin? "Yenge vallahi az önce yanımda oturuyordu, şimdi dışarı çıktı" diye yalan söylediniz mi karısına? Dükkânına girip alışveriş yaptınız mı bir esnafın?

Gomane tepenin zirvesinden, içinde eşinizin, çocuğunuzun bulunduğu lojmana doğru yanarak gidip evinizin duvarında patlayan RPG-7'leri izlediniz mi siz?

Ama yine de bulunduğunuz görev yerini terk etmeden, acaba öldüler mi,yaralandılar mı, diye sabaha kadar hiçbir haber alamadan beklediniz mi?

"Ben bu insanlar rahat uyusun diye buradayım, ama neden benim aileme saldırıyorlar" diye düşündünüz mü hiç. Evinizin roketlendiği mahalleden ve hatta roketin atıldığı, makineli tüfeğin yanı başında çalıştığı evin sakinlerinden, "vallahi biz bir şey görmedik" dediklerini duydunuz mu kulaklarınızla?

Her şeye rağmen deyip görevinize devam ettiniz mi? O patlamalardan dolayı yıllardır psikolojik tedavi gören bir çocuğunuz veya çocuğu bu yüzden tedavi gören bir tanıdığınız oldu mu? Hiç böyle bir baba'nın veya Anne'nin yüz ifadesini gördünüz mü?

Tabancanızı evinizde bırakıp " bir şey olursa, eve girmeye çalışırlarsa gerekeni yap, son iki mermiyi de kendinize ayır, ellerine sağ geçme" diyerek her defasında eşinizle helalleşip çıktınız mı evden, ya da böyle bir tanıdığınız oldu mu?

Sürekli telsiz anonslarını dinlediği için, ilk kurduğu cümle " atışlar normal" olan bir çocuğunuz oldu mu sizin?

Lojman'ın emniyetini sağlayan silahlı nöbetçilerin yanında mı oynadı çocuklarınız ve uzaktan dahi gelse, her silah sesinde o çocukların evlere, mevzilere nasıl koşturduğunu, koşarken düşenlerin nasıl yerlerde sürüklendiğini, nasıl hıçkırarak ağladıklarını gördünüz mü hiç?

Bu gün yaşanan olayların, ilk olduğunu mu sanıyorsunuz?

Bunları yapmadı ve yaşamadıysanız eğer, orası hakkında bildiklerinizin hiç bir kıymeti harbiyesi yoktur efendiler. Affedersiniz bu kadar net konuşmak istemezdim ama ne yazık ki sabrım tükendi artık.

Siz oturduğunuz ceylan derisi koltuklarda belki farkında değilsiniz, belki de umurunuzda değil ama orada görev yapan insanların öncelik sıralarında, ailelerinden önce vatanları geliyor, yeminleri geliyor. İşte bu yüzden mevzilerini terk edip ailelerinin yanına koşmuyorlar. Biz de onun için koşmadık zamanında görevimizi bırakarak. Yüreğimiz titreyerek bekledik ama görevimizin başında, dağda, hudutta bekledik efendiler, görevimiz bitene kadar bekledik.

Bu insanlar tüm bunlara vatanları için, üstüne el koyup yemin ettikleribayrakları için katlanıyorlar, sizin başınızın üzerindeki, ama nasıl sağlandığını bile bilmediğiniz "egemenlik örtüsü"'nün bekası için katlanıyorlar.

Peki, onlar bu şartlar altında görev yaparken siz veya sizden öncekiler bu fedakârlıklara liyakat gösterebilmek için, geçmişte ne yaptınız, Şimdi ne yapıyorsunuz?

Anıtlaştırılan terörist mezarlarının hesabını mı soruyorsunuz?

O cenaze araçlarının görevlendirme emrinde kimlerin imzasının olduğunu mu araştırdınız?

Başbakana güç gösterisi yaparak "uçaklardan ve validen hoşlanmadık, ayrıca dağdakilerden vazgeçmeyiz" diyenlere mi hesap sordunuz yoksa?

Ya bütün kutsal değerlerimize söverek ayaklanan kalabalıklar, onlara
devlet'in varlığını mı hissettirdiniz?

Baldırı çıplak peşmergelerden tutun da, Danimarkalısından, Hollandalısından,Rum'undan duyduğunuz her türlü hakaret ve aşağılamaya cevap mı verdiniz?

Roj TV muhabirlerinin nasıl olup ta olaylardan 3 dakika sonra canlı yayın yaptığını mı buldunuz?

Bir el bombasının nasıl olup ta o kadar hasar meydana getirdiğini mi,Almanya ile yapılan telefon konuşmasını mı, o kalabalığın nasıl bir anda örgütlendiğini mi, araştırdınız?

Arabası parçalanarak yakıldıktan sonra, şerefsizce ve insafsızca dövülerek komaya sokulan uzman çavuşu mu, evi kurşunlanan polisi mi, okulunda tartaklanıp kovalanan asker çocuklarını mı, araştırdınız?

Bütün bu eylemleri kimin planladığını ya da organizasyonu kimin veya kimlerin yaptığını mı, o gün halkı sürüsünü idare edenbir çoban maharetiyle kimlerin idare ettiğini mi araştırdınız?

Hayır, bunların hiçbirisini yapmadınız. Siz ne yaptınız peki?

Sizin farkında bile olmadığınız değerler için orada görev yapan bir astsubay ve bir uzman çavuş bulup, sonra bütün aydıncıklar, sağduyucular, mozaikçiler, üst kimliği, yan kimliği, alt kimliği olanlar ve hatta kimliksizler, sonra dalkavuklar, sendikacılar, susurluk Paranoidleri, Soroscular, hülasa ne idüğü belirsiz, ne kadar adam varsa etrafınızda, bila istisna topunuz bir koro nizamında toplanıp, koroyu kimin yönettiğine bile bakmadan-ki ben bundan emin değilim- " Vurun Kahpeye" konseri verdiniz.

Yanlış şarkıyı çalıyordunuz ama çaldınız, sesler, akortlar, notalar hep bozuktu ama yinede çaldınız, orkestra şefi, "müzik" demişti nasılsa.

Şimdi yapılan araştırmalar neticesinde şu anda bile kuvvetle muhtemel olan

sonuç çıkarsa ki bu sonuç, olayların altından terör örgütü ve onunla beraber bazı gizli servislerin çıkmasından doğacak sonuçtur, o vakit ne yapacaksınız?

Allanıp pullanıp önüne çıkarak tek, tek arzı endam ettiğiniz o basına(!) bu defa ne söyleyeceksiniz? Acaba yapacağınız hangi açıklama ile durumu kurtarmaya çalışacaksınız?

Bir açıklamanız var mı efendiler? Daha doğrusu bir "B" planınız var mı?

Ama bana sorarsanız, sizin minik kafalarınızı böyle şeylerle yormanıza gerek de yok zaten. Zira sizin adınıza orkestra şefi düşünür, besteler, önünüze koyar ve size de yine icra-i sanat etmek kalır ki bu, yani başkalarının bestelerini okumak zaten sizin en iyi yaptığınız şey değil midir? Ne demişler "gözlerimi kaparım, vazifemi yaparım".

Yapın efendiler; vazifenizi yapın, hem de gözünüz kapalı yapın. Açarsanız gözünüzü belki Türk Bayrağına sarılı tabutları görürsünüz, ağlayan ailelerini, yetim çocuklarını görürsünüz de vicdanınız depreşir, vazifeniz yarım kalır. Sonra ne der Avrupalı, değil mi?

Hatta bakın ne diyeceğim, asın gitsin o astsubayla uzman çavuş'u,
Şemdinli'yi, Yüksekova'yı, Hakkâri'yi de belediye başkanlarına teslim edin, seçilmiştir nihayet atanmış değil. Öyle Vali'ye filan da gerek yok canım, boşa zahmet. Tayin et, beğenmediler değiştir, ne lüzum var efendim. Siz de bu arada sanatsal sergiler açın, fotoğraf çekin, resim yapın, medeniyetleri buluşturun, dinlere diyalog kurdurun.

Değil mi ki ateş düştüğü yeri yakar. Ateş sizin yüreğinize mi düştü sanki? Bölen bölsün, satan satsın, Avşar'ı da ayırsınlar, Yörüğü de ayırsınlar, dadaşı da, sarışını da, esmeri de.

Şehirleri, köyleri, mahalleleri hatta ev ev ayırsınlar Türk Milletini, size ne gam efendiler.

Siz fotoğraf çekmeye devam edin. Fakat unutmayın ki bir gün sizin de bir fotoğrafınızı çeken çıkar elbet. Ama o fotoğraf hangi salonlarda, nasıl teşhir edilir bilemem. Malum ya yaşlı tarih fotoğrafları çekilip, tozlu sayfalarında bir yerlere asılmış liderlerin, fotoğrafları ile doludur.

"VARLIĞIM TÜRK VARLIĞINA ARMAĞAN OLSUN"

OKTAY YILDIRIM
27 Kasım 2005

Çarşamba, Aralık 14, 2005

Ve O Geldi

Rails ın versiyonuna dikkat edelim...



Salı, Aralık 13, 2005

Yorgunum Dostlarım Yorgunum Yorgun

Checkbox la aldığım verileri select-option la bir türlü alamadım controllerıma. Rails dan bahsettiğimi söyleyemeyecek kadar yorgunum. Herkes kendine göre bir standart geliştiriyor OR Mapping için. Yaw yok mudur Object SQL diye standart bir dil geliştirecek 3-5 babayiğit delikanlı ? Kurtarsın birileri bizi bu OR bolluğundan.

Not : HP 1994 yılında birşeyler denemiş ama pek tutmamış anlaşılan.

Pazar, Aralık 11, 2005

Rails ve Türkçe

Rails da türkçe karakter problemleri yalnızca görüntü sorunlarına sebep olmayıp aynı zamanda veri tabanında kayıt problemlerine sebep olabiliyor. Çözüm application.rb dosyasına eklenecek aşağıdaki satırlarda
before_filter :set_content_type
def set_content_type
@headers["Content-Type"] = "text/html; charset=iso-8859-9"
end

Cumartesi, Aralık 10, 2005

Eski Alışkanlıklar

İnsan onca zaman sql yazdıktan sonra gerçek anlamda nesnel programlama ile web programcılığına alışması biraz zaman alıyor. Ama RoR da her şeyin çözümü bulunur. Neyse bugünkü kısa ipucumuz RoR da ORDER BY nerde diyenler için geliyor. İşte burda
def new
@anabilimdali = Anabilimdali.find (:all , :order => "ad")
@ogretimuye = Ogretimuye.find (:all , :order => "ad")
end

Başka bir arzunuz...

Cumartesi, Aralık 03, 2005

Gizli bir Galaksi

FM galaksi bir süredir fazlamesai takipçilerinin kullandığı bir blog alemi. Lakin bu gün daha küçük ve daha gizli bir başka galaksiyi keşfettim ;-). İşte burda.

Rails ve Öntanımlı Değerler

Rails da öntanımlı değerler insanın canını sıkabiliyor bazen. Özelliklede acemiyiseniz :) İşte bir örnek aralarında ilişki bulunan iki tabloyu belongs_to gibi bir ifade ile çok rahat bağlayabiliyorsunuz. Örneğin

class Ogretimuye < ActiveRecord::Base
belongs_to :anabilimdali
end

gibi. Ama burada Ogretim uye tablonuzdaki foreign key ön tanımlı olarak anabilimdali_id olarak tanımlanmış. Bundan başka bir alan adını tanımlamak istiyorsanız ilişki için aşağıdaki şekilde ezebilirsiniz öntanımlı değeri

class Ogretimuye < ActiveRecord::Base
belongs_to :anabilimdali , :foreign_key => "abilimdal"
end

What happens when you're not on Rails...

Cuma, Aralık 02, 2005

JSF ve Olay Yakalayıcılar

Bir süredir JSF olay yakalayıcılar (event listeners) la ilgili aklıma takılan bir soru vardı. Jsf gibi tamamen sunucu taraflı olduğu idda edilen bir teknolojide olay yakalama işlemi nasıl gerçekleşiyordu ? Bu durum kullanıcı tarafın da javascript kullanımı gerektirirmiydi ? Eğer gerektiriyorsa o zaman nerde kaldı tamamen sunucu taraflı uygulama geliştirme konsepti ?

Sonuç olarak bu soruya j2ee-tr listesinde Bora Güngören'in verdiği yanıtları derleyerek kısa bir bilgi notu oluşturdum. Faydalı olması dileğiyle...


Olay tetiklenmeleri istemci tarafında javascript veya ajax kullanılarak oluşturulabiliyor. Buradaki anahtar nokta ise bu bileşenlerin JavaScript işlemlerinin sunucu tarafı olay modelinde "değerdeğişikliği" gibi bir faaliyeti olmadığı.

JSF'de tum olay döngüsü sunucu tarafindaki görsel bilesen ağacinda olur. JavaScript ile olay döngüsü ile bağlantılı olabilecek tek sey bir HTTP istegi iletilecekse onun iceriğinin ayarlanmasıdir.

Ama şunu gözardı etmeyelim. Görsel sunuma dair detayları istemcide JavaScript ile değiştirebiliriz. Örnegin bir tabloda silmek istedigimiz bir satırın rengi değişebilir. Ancak bu o satırın silinmesi için bir istek oluşturmaz. Sadece formdaki bir değişkenin değeri (DOM olarak düşünürsek, ağactaki bir nodun degeri) değişmistir.

Form yollandığında bu DOM ağacındaki değer değişikligi önce doğrulanır. Doğrulamadan geçerse sunucudaki görsel bileşen ağacına uygulanır. Bu arada deger degisikligi olayı, vb olaylar işler. Daha sonra formun işlenmesi için olan eylemin (ornegin düğmeye tıklanması) sunucu tarafındaki görsel bileşen ağacındaki dengi olan olay işlenir.

Iste bu olay işleyici modelde yani JavaBean'lerde değişiklik yapar. Veri tabanı yada baska bir şekilde erişilen "esas veri"den silme yada benzeri
işlemler ise burada yapılır. Bu katmanlı yapı sayesinde sisteme bozuk veri giremez ve veriler de bozulamaz.

JSF bu nedenle .NET'den bir kaç gömlek ustun zaten. :-)

JSF'de Sadece render-kit değiştirilerek HTML + JS + AJAX ureten JSF kodu kolayca WAP, XUL, XSLT, vb. çıktı üretir hale getirilebilir. Bunun nedeniuygulamanın sunucuda çalışması. .NET için bu iş bu kadar kolay değil.

Resmin icine AJAX konduğu zaman; AJAX HTTP istek ve yanıtlarının sayfaya anında yansımasını engelleyen bir teknoloji. Bu nedenle siz hala aynı sayfada olduğunuzu sanırken birden fazla HTTP istek/yanıt çevrimi bitmiş oluyor. Bu durumda JSF tarafında gelen bu isteklerin işlenmesini gerekir.

Bu istekler tıpkı az önce anlattığım gibi işlenir. JSF, yani sunucu tarafında özel bir anlamları yoktur. Sunucu istegin AJAX ile gelmesini önemsemez. Sadece bir HTTP isteği olarak görür. Bu isteği işlerken değer değişiklikleri, vb şeyler olabilir. Gorsel bileşenlerde değişiklikler gerekebilir. Bu durumda render-kit tarafından olusturulan HTML farklı olacaktır. İstemcinin de bu durumda "ekranı" güncelleyeceğini bekleriz.

İstemci tarafındaki AJAX'in gelen HTTP yanıtlarını işleme becerisi ile bunu yapacağını biliyoruz.

Dolayisi ile olayları JS oluşturmuş gibi gözükse de aslında olaylar her zaman oldugu gibi JSF çevriminde yani sunucuda islenir. JSF'in kendi olay döngüsünün istemci tarafındaki hiç bir teknoloji ile ilgisi ve bağımlılığı olmaz. Onlarla render-kit ilgilenir.

Perşembe, Aralık 01, 2005

Ruby ve Türkçe

Daha önce Ruby on Rails ın tablolar ve sınıflar arasında tekil çoğul kelime ilişkileri kurduğunu yazmıştım. Yalnız bu iş türkçe tablo isimlerinde problem çıkardı. Örneğin var olan ogretimuye tablosundan bir model oluşturduğumda bunun için ogretimuyes adında bir tablo arıyor. Mysql in view özelliini kullanarak oluşturduğum sanal tablolar da yalnız okunabilir olduğu için çözümü "config" klasöründe yer alan enviroment.rb dosyasında buldum. Dosyanın sonuna şöyle bir tanım ekleyip

Inflector.inflections do |inflect|

inflect.uncountable %w( ogretimuye )
end

tablomuzu oluşturan ismi uncountable olarak gösterdiğimizde sorun çözülüyor.