Uludağ ( Ulusal Linux Dağıtımı Projesi ) duyduğumdan beri beni heyecanlandıran bir olay. Murat EREN'in cesaretlendirmesiyle ilk gününden beri takip ettiğim projenin bir ucundan tutmaya karar verdim. Öğrenilecek ne çok şey var. Üstelik öğrendikçe de ne kadar az bildiğimi görüyorum. Belki de Sokratın dediği gibi " Tek bildiğim hiçbirşey bilmediğimdir "
......................................................................................................................................
Cuma, Haziran 18, 2004
Çarşamba, Haziran 16, 2004
Modern Toplum Sorunsalı
Modern hayatın getirdiği zorunluluklar bazen aklımı karıştıryor. Birileri bize birşeyler mi dayatıyor yoksa bana mı öyle geliyor. Toplumun (daha doğrusu toplumun kurallarını belirlediklerini söyleyen insanların) belirledikleri kuallar çerçevesinin dışına çıkarsanız. Mutlaka damgalanıyorsunuz. Damganın ne olduğu o kadar da önemli değil. Irak a asker gönderilmesine karşı çıkarsanız hayalci romantik, birilerinin bazı değerlerin ardına sığınıp ülkeyi bölmeye çalışmalarına karşı çıkarsanız şoven milliyetçi. Bu ülkenin milli servetleri satılırken yahu biz bunarı üç otuz paraya satıyoruzda kime satıyoruz en azından onu bilelim derseniz, eski kafalı devletçi. Bırakın insanlar istediklerini giysin isteyen açsın isteyen kapasın derseniz gerici.
İşin en güzel yanı da aslında bu adamların gazına gelen ve kendileri farklı düşündükleri halde bunu söyleyemeyen veya zaman zaman kendileride damgalanan insanların hep birlikte hareket edip bu linç güruhuna katılmaları.
Bunun iki nedeni var birincisi malum toplumsal hastalığımız hoşgörüsüzlük. Çocukluğumuzdan beri kimse bizi affetmeyip insan değilde bir hayvan gibi ödül ceza yöntemiyle yertiştirilince farklılıkları hoşgörmeyi bilmiyoruz. Aslında yabancılara ve onların farklılıklarına karşı gayet hoşgörülüyüz. Bu sayede üç dinin barış içinde yaşadığı tek yer anadolu. Ama farklı olan bizdense seyreyleyin gümbürtüyü. Birbirimizi çekememezliğimizi şu küçük fıkra güzel anlatır:
“ Adamın biri cehenneme gitmiş bakmış yüzlerce dev kazan altında yanan devasa odunlar ve her kazanın başında birer zebani. Kazandan birileri başını çıkardıkça zebani vuruyor adamın kafasına elindeki odunu, adam içeri düşüyor. Yalnız bir kazanın başında kimse yok. Merak edip soruyor baş zebaniye “ Nedir bu hal ” diye. Zebani gülüyor kıs kıs ve cevap veriyor. “ O kazan mı ? onun başında kimseyi bulundurmaya lüzum yok, Birisi yukarı çıkmaya kalktımı diğerleri aşağı çeker onu. O kazan Türkiye kazanı ”
Hal böyleken başka söze gerek yok sanırım. Birbirimize olan tahamülsüzlüğümüz konusunda.
İkinci neden kendi kişiliğimizi ortaya koyamıyor olmamız. Malum bazı diziler, misal son günlerde Kurtlar Vadisi çok popüler. Bir psikolog bunun sebebinin kendi kişiliğimizi ortaya koyamamamızdan dolayı, dizideki kendi kişiliğini yaşamasının önünde hiçbir engel tanımayan kahramanlardan biriyle kendimizi özdeşleştirmemiz ve onu model almamız olduğunu söylüyordu.
Kendini toplum bilimci sanan bazı cahiller o dizi yasaklansın bu çizgi film kaldırılsın diyeceklerine. Toplumun çocukluktan itibaren nasıl daha kişilikli yetiştirileceğine kafa yorsalar herkes televizyonun yalnızca bir eğlence aracı olduğunu kavrar, orada ki kahramanları kişilik modeli olarak seçmezlerdi.
İşin en güzel yanı da aslında bu adamların gazına gelen ve kendileri farklı düşündükleri halde bunu söyleyemeyen veya zaman zaman kendileride damgalanan insanların hep birlikte hareket edip bu linç güruhuna katılmaları.
Bunun iki nedeni var birincisi malum toplumsal hastalığımız hoşgörüsüzlük. Çocukluğumuzdan beri kimse bizi affetmeyip insan değilde bir hayvan gibi ödül ceza yöntemiyle yertiştirilince farklılıkları hoşgörmeyi bilmiyoruz. Aslında yabancılara ve onların farklılıklarına karşı gayet hoşgörülüyüz. Bu sayede üç dinin barış içinde yaşadığı tek yer anadolu. Ama farklı olan bizdense seyreyleyin gümbürtüyü. Birbirimizi çekememezliğimizi şu küçük fıkra güzel anlatır:
“ Adamın biri cehenneme gitmiş bakmış yüzlerce dev kazan altında yanan devasa odunlar ve her kazanın başında birer zebani. Kazandan birileri başını çıkardıkça zebani vuruyor adamın kafasına elindeki odunu, adam içeri düşüyor. Yalnız bir kazanın başında kimse yok. Merak edip soruyor baş zebaniye “ Nedir bu hal ” diye. Zebani gülüyor kıs kıs ve cevap veriyor. “ O kazan mı ? onun başında kimseyi bulundurmaya lüzum yok, Birisi yukarı çıkmaya kalktımı diğerleri aşağı çeker onu. O kazan Türkiye kazanı ”
Hal böyleken başka söze gerek yok sanırım. Birbirimize olan tahamülsüzlüğümüz konusunda.
İkinci neden kendi kişiliğimizi ortaya koyamıyor olmamız. Malum bazı diziler, misal son günlerde Kurtlar Vadisi çok popüler. Bir psikolog bunun sebebinin kendi kişiliğimizi ortaya koyamamamızdan dolayı, dizideki kendi kişiliğini yaşamasının önünde hiçbir engel tanımayan kahramanlardan biriyle kendimizi özdeşleştirmemiz ve onu model almamız olduğunu söylüyordu.
Kendini toplum bilimci sanan bazı cahiller o dizi yasaklansın bu çizgi film kaldırılsın diyeceklerine. Toplumun çocukluktan itibaren nasıl daha kişilikli yetiştirileceğine kafa yorsalar herkes televizyonun yalnızca bir eğlence aracı olduğunu kavrar, orada ki kahramanları kişilik modeli olarak seçmezlerdi.
Salı, Haziran 15, 2004
Duy Şikayet Etmede Her An Bu Ney
Duy şikayet etmede her an bu ney,
Anlatır hep ayrılıklardan bu ney.
Der ki feryadım kamışlıktan gelir,
Duysa her kim, gözlerinden kan gelir.
Hiç değil feryadıma sırrım uzak,
Nerde bir göz, nerde bir candan kulak?
Mevlânâ'nın bu güzel şiirinin tamınını okumak için buraya bakın.
Anlatır hep ayrılıklardan bu ney.
Der ki feryadım kamışlıktan gelir,
Duysa her kim, gözlerinden kan gelir.
Hiç değil feryadıma sırrım uzak,
Nerde bir göz, nerde bir candan kulak?
Mevlânâ'nın bu güzel şiirinin tamınını okumak için buraya bakın.
Her Şey Sende Gizli
Yerin seni çektiği kadar ağırsın,
Kanatların çırpındığı kadar hafif..
Kalbinin attığı kadar canlısın,
Gözlerinin uzağı gördüğü kadar genç...
Sevdiklerin kadar iyisin,
Nefret ettiklerin kadar kötü..
Ne renk olursa olsun kaşın gözün,
Karşındakinin gördüğüdür rengin..
Yaşadıklarını kar sayma:
Yaşadığın kadar yakınsın sonuna; ne kadar yaşarsan yaşa,
Sevdiğin kadardır ömrün..
Gülebildiğin kadar mutlusun.
Üzülme bil ki ağladığın kadar güleceksin
Sakın bitti sanma her şeyi,
Sevdiğin kadar sevileceksin.
..........
..........
Can YÜCEL
Kanatların çırpındığı kadar hafif..
Kalbinin attığı kadar canlısın,
Gözlerinin uzağı gördüğü kadar genç...
Sevdiklerin kadar iyisin,
Nefret ettiklerin kadar kötü..
Ne renk olursa olsun kaşın gözün,
Karşındakinin gördüğüdür rengin..
Yaşadıklarını kar sayma:
Yaşadığın kadar yakınsın sonuna; ne kadar yaşarsan yaşa,
Sevdiğin kadardır ömrün..
Gülebildiğin kadar mutlusun.
Üzülme bil ki ağladığın kadar güleceksin
Sakın bitti sanma her şeyi,
Sevdiğin kadar sevileceksin.
..........
..........
Can YÜCEL
Merhaba Dünya
Hemen her programlama dilinde ilk öğrenilen örnektir bu çıktı. Bende böyle başlamak istedim sayfama. Haydi bakalım cümle aleme hayırlı olsun.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)